23 Aralık 2011 Cuma



ufaklığın tekiyle oyun oynuyorduk; iki yap-boz parçasını önüne aldı. onlar ne dedim, buna basınca dünya yok olcak, dedi. ee diğeri diye sordum, bunla da geri gelcek, dedi.

bilimkurgu ne okurum ne izlerim ne severim. ama kulaktan dolma bilgimle biliyorum ki onlarda hep yok ediyorlar bizim bu dünyayı. bizimki yok etme seçeneğini dışlamayıp geri dönüşüm tuşunu bakii kılıyor. ben etkilenmiştim bu çocuk iyimserliğinden. sizi bilmem.

2 yorum:

Zeki Zikrullah Kırmızı dedi ki...

Madam (Tabii ki Aylak),
Sizin tükan’a arada bir uğramaktan kuşkunuz olmasın, sevinç duyacağım. Beni engelleyebilecek şey, hani bir yorumcunuzun kendisiyle ilgili, ‘burayı facebook alemine çevirmeyelim’ uyarısında dile getirdiği. Haklı. Bir iletişim ortamı için yeterince uygun bir yapı değil gibi blog. Tek yönlü bir aktarım, gösterim daha çok.
*
Sonunda ola ola yanlış anlamalar ustası oldum diyebilirim. İşin daha kötüsü böyle böyle, bir yanlışsever, kusursever oluşum gitgide. Kusursuz olana katlanamıyorum uzun bir süredir. Bundan Madam, bir yaşam ilkesi çıkar mı?
Usuma takılan: Bernhard (Thomas Bernhard). Nefret etmiş ve bunu söylemişti. Ya Haneke.
Kanırtma ustaları.
*
Bu ufaklıkları hep yıkıcı diye tanıttılar bize. Ama siz yıktıkları kadar yapar, geri çağırırlar, diyorsunuz. Bu avutucu elbette. Yıkarken de, yaparken de kaygısız olabilirler mi? Oyunu oyun yapan, arkada bir açıklama gerektirmemesi olabilir mi? Bu soruların doğru adresi olduğunuzu düşünüyorum. Bu konularda okumalarım vardır da hayattan kanıtlarım yoktur.
*
Bilimkurgunun kötü ve popüler (Amerikan) sürümünden söz ediyorsunuz sanırım. Ama size destek olmak için şunu söyleyebilirim: Amerikan (kökenli) olan her şey kötüdür (Hollywood, vb.)
*
İyimserlik, bir kanı değil mi? Doğal olabilir mi? Öyleyse (ki olabilir) umutlu olmak için neden var.
*
Birhan Keskin evet şairlerimden biri. Ama haklısınız da. Kanırtıyor. Ben de, bazen, kanırtan şeylere dayanamam. Tıpkı sizin gibi güç toplamam gerekir. Daha çok müzikte yaşarım bunu. Dayanabileceksem dinlerim. Sizi anladığımı sanıyorum (Hep olduğu gibi bunda da yanılıyorum, kuşkusuz).
*
Konu çocuk olunca, sizin konuğunuz olabilirim. Soru(nu)msa, bir çocuğa nasıl yaklaşılabileceği, yaklaşılması gerektiğidir. Bu konunun iyi öğrencisi olmayı her zaman umdum, umuyorum. Bilinçli ve en anlaşılır, eğlenceli bir dille sizin yaptığınız da sanırım bu sorunun yanıtını çatmak ya da daha doğrusu bir yaklaşım geliştirmek, yanıt için olmasa da daha kavrayıcı soru için.
*
Yıllar önce Russell’ı (Aylaklığa Övgü) okuduğumda, aylaklığın bir savunma alanı olduğunu, bir duruş da olabileceğini anlamıştım. Boş zamanını kavrayamayanın dolu (!) zamanı olamayacağını acıyla gördüm. (Tembellik Hakkı, Paul Lafargue). Araladığımız zamandır (boşluk, bir) anlama giden geçit-sizlik.
Size ve kendime ve herkese de, nice aylaklıklar dilerim.

madamkiaylak dedi ki...

Bu yoruma uzun zamandır cevap yazamıyorum. Baştan savma iki kelime olmasın istedim, sonra sonra diyince de işte sonra oldu.
oysa ki mutlu ediyor beni sizin yorumlarınız. severek okuyorum ama iletişim ortamlarından bahsetmişsiniz ya, işte ben her türlü iletişim ortamında biraz geriden takip ediyorum böyle. kötü bir şey tabii. neyse.
çocukla ilgili doğru adres miyim bilemiyorum ama çocukla iletişim en keyif aldığım şeylerden biri, onlar da keyif alıyor gibi benim saçmalamalarımdan, birlikte güzel vakit geçiriyoruz. öyle. kafada kalanları da buraya yazıyorum. yoksa, daha çoğuna yani yaklaşım geliştirmek falan yok öyle şeylerde gözüm.
Amerikan kökenli kötü çok ama ben o topraklarda bir kaç güzel insan da tanıdım. hepsine kötü dersem içim rahat etmez. genelleyemeyeceğim burada sizinle, anlayışınıza sığınıyorum.
ve ben de yanılmıyorsam bence anlıyorsunuz beni, hani ben de anlayorum gibi yazdıklarınızı.
sevgiler.