24 Mart 2010 Çarşamba

böyledir bu işler.

gene o depresif parça çalmaya başladı zihnimde. tanımı yok. sebebi de yok. ara ara geliyor.
dün bir hasta karşımda ağlayıp beni bana anlattı. nerdeyse. ismimiz farklıydı evet. ve bir kaç ufak detay. ana hatlar aynı. çok içimden geçti çok "olur öyle, geçer, geçiyor, hayat!" demek. tabi yine kendi kendime söyledim. bu mesleğin en kötü yanlarından biri de bu, engellenmişlik.

17 Mart 2010 Çarşamba

sigara

sigarayı söndürmeye karar verip hadi bir nefes daha aliyim diyince gözüme duman kaçıyor hep. ne iş?
tadında bırakmak lazım.
fesat olun.

14 Mart 2010 Pazar

bir mim vardır bende benden iceru

mimlendim, mimleyeceğim.
sordum bu mim ne ola, yaz dediler kendinlen alakalı 7 şey. aha benlen alakalı 7 şey, blog alemine hayırlı uğurlu olsun. blog alemi için küçük, benim için de küçük bir yazı.
- aylakım dediğime bakmayın, vebali boynuma aylaklığın hakkını veremiyorum. sabahları işe gitmeye kalkınca hep bunun suçluluğunu taşıyorum. " aylakım derdin, pek güzel överdin, nerde senin aylaklığın, sabahın saat sekizinde". deyu deyu yollları arşınlıyorum.

- fazla sakız çiğneyince burnumun üstü kaşınıyor,alerjim var. garip.

- bu blog alemini çözemiyorum, hep aynı isimlere farklı bloglarda rastlıyorum. ya ben sürekli aynı bloglarda dolaşıyorum ve biz birbirimiz ağırlıyoruz ya da gerçekten 3-5 blogeriz, ahanda bu kadarız.

- burnumda gamzem var. varmış. ben görmedim. iyiki de görmedim. bi yandan gülüp bi yandan profilden aynadan kendimi keserken hayal ettim. kendimden tiksindim. yok valla bakmadım, eşin, dostun yalancısıyım.

- balık hafızalıyım. insanlara rehabilitasyon uygulayıp, kocaman kocaman laflar edip, hafızalarını nasıl kuvvetlendireceklerini anlatıp, görüşme daha bitmeden isimlerini unutuyorum. shrink!

- yürüken, konuşurken, yemek yerken kafam sallanır. yürürken buna ek kıçım da sallanır. küçükken anneme beni doktora götür başım sallanıyor dedim. güldü, daha çok sinirlendim. sonra ciddileşti. "peki kızım tamam ama hangi doktora gitmeliyiz sence?" dedi. "kulak, burun, boğaz olabilir" dedim. sonuçta o yaşta mantık düz. haklı çocuk başın sallanması için önce boynun oynaması lazım!

- bu aralar bir yerde çocuk görünce aktive oluyorum. bir düğmeye basmışlar gibi. öpüyorum, seviyorum, sohbet ediyorum, mıncırıyorum, kaş-göz yapıyorum,deliriyorum. semptomların iki yorumu var. ya sübyancı oluyorum ya da çocuk yapmak istiyorum. bir freudyen kazaya kurban gitmekten korkuyorum. amen.

mim böyle bir şey miydi bilemem ama ahanda benim mimim budur!

şimdi de adettendir, mimleyelim;
yazan yazar yazmayana sevgilerle :D

-S.O.
-olric(siz)misiniz?
-Ben Bana Karşı
-mavi yazar
-hüseyin usta
-ameliepoulain
-sidikli kontes

regresyon

bir yaşından önce bebekler için görme alanından çıkan cisimler artık yoktur.
" normal koşullarda bır bebek birinci yılın sonuna doğru saklı cisimleri almak için üsteler. artık üzeri örtülü cisimlerin var olduğunu bilmektedir."

hadi 7-12 yaş somut operasyonel mantık yürüttüğümüz bir dönem, kusurlar affolabilir.
ama 12 yaştan sonra artık normal gelişim evrelerini tamamlayan her birey soyut işlemler dönemine girmektedir.

yani saklı cisimler olduğu gibi saklı soyut değerlerin de olabileceği mantığını kurabilir.

peki bu bir yaşında edindiğimiz bilgiyi, saklı cisimleri almak için üsteleme dürtüsünü "toplumsal bilinçaltına" itmeyi nasıl başardık?

bir yaşındaki çocuğun oyuncağını saklayınca geri vermeni istiyor fakat davalar zaman aşımına uğrayınca, "üstü örtülen şeyler artık yoktur" diye bir regresyon yaşamak da neyin nesidir?

aşk

yetişkin hayatında yaşadığımız ilişki sorunlarının büyük bir kısmı regresyon mu acaba? misal bebek ilk bir yaşında "insanlarla yakın ilişkiler kurmaya başladığı zaman bu ilişkilerin özelliği tam anlamıyla bire bir olmasıdır. Bir insana bakarken başkalarını unutur." bu tanımlama tanıdık geliyor mu? yetişkin hayatında biz buna "aşk" diyor olmayalım?

11 Mart 2010 Perşembe

memleketimden insan manzarası!!


bu fotoğrafı internetteki bir paylaşım sitesinde gördüm.. üzüldüm. homofobi ne zamandır bu kadar keskin, düşündüm. Kadın ve aileden sorumlu devlet bakanının abuklamasını hatırladım der demez. Eşcinselliğin hastalık olduğunu ve tedavi edilmesi gerektiğini söylemişti bu yakınlarda. ister kılavuz karga deyin ister imam cemaat..

cinnet

"Olay, bugün saat 17.30 sıralarında Selimbey Mahallesi'ndeki Van Kız Yetiştirme Yurdu'nda meydana geldi. Yurtta kalan bir grup kız, görevini vekaleten yürüten Yurt Müdürü Uğur Çimen'in görevden alınıp eskiden yaptığı psikolojik danışmanlık görevine döndürüldüğünü öğrenince buna tepki gösterip, kaldıkları yurdu ateşe verdi. Kaldıkları odalarda yatakları ve battaniyeleri ateşe vererek pencereden atan kızlar, ayrıca yurdun camlarını kırdı. Küçük bir grup tarafından başlatılan bu isyan, diğerlerinin de katılımıyla büyüdü. Pencerelere çıkan bazı kızlar, ağlayarak sinir krizi geçirdi. Olay yerine itfaiye, ambulanslar ve polis ekipleri sevk edildi. İtfaiye ekipleri, yanan yatak ve battaniyelerdeki alevleri söndürdü. Ağlamaktan sinir krizi geçiren bazı kızlar, ambulanslarla hastaneye kaldırıldı."


gokhan dabak'in bir yazisindan alinti gibi degil mi? Degil! Bugunki Radikal gazetesinin haberinden alinti. yani gercek, yani sahici yani oluyor boyle seyler. ama bu sefer olur oyleyle gecmiyor.
neydi bu kizlarin derdi? yurt mudurunun gorevden alinmasi hangi yarasina dokunmustu bu kizlarin da yurdu aleve verebildiler, iftaiyeyi-polisi-ambulansi oraya topladilar!
peki nedendir yayinlanan haberlerde nedenine, nicinine deginilmez? bir yurt mudurunun gorevden alinmasi neden onlarca kizin cinnet gecirmesine neden olur?

10 Mart 2010 Çarşamba

faceboookta 451 arkadaş, msn'de 190, telefonda kayıtlı gerekli gereksiz kayıtsız kalınan birileri, ilişiksiz hayatlar .. ve konuşmaya ihtiyacım var. ve yok. ve en ergen bunalımlarımdayım bu sıralar.
insan alkolik olmasa da şu an bir biraya ihtiyacım var diyebiliyormuş. ve çıkıp o birayı tek başına içmeye cesaret edemeyebiliyormuş. gözler vardır diyorum. tek oturursam o gözleri üzerimde hissederim diyorum. herkese ilk kendini düşün diyorum. kendimi düşünmüyorum. hiç düşünmüyorum bu sıralar.
düşünmeden yazıyorum abukluklarım subukluyor. ben susuyorum.

9 Mart 2010 Salı

YağmuraŞemsiyeYağmuraŞemsiyeeee


^'Sokak Şemsiye Satıcıları Derneğinin son aldığı karara göre; şemsiyelerini " yağmura şemsiyeee" sloganıyla satmayan satıcılar dernekten ihraç edileceklerdir.'!!

Bilmiyorum karar yurt genelinde de uygulamaya konuldu mu lakin İstanbul'un hangi semtinde olursanız olun, şemsiyeler "yağmura şemsiye" diye satılıyor. Ha bana sorsalardı en azından bir halk oylamasına gitmelerini tavsiye ederdim. ne bileyim bi " kelleyi üşütmeyin, yağmura mahal vermeyin!" yok olmadı " yağmur yağıyor şakır şakır şemsiyeler 5'er kuruş!"..
ha biraz da kıskançlık var tabi mesleki örgütlenmelerine karşı. hiç bir meslek örgütünde yok böyle bir dayanışma biliyorum ama en azından ben kendi bildiğim tarafından baktığımda, değil yurt genelinde değil İstanbul içerisinde, aynı kurumun içerisindeki psikolglar arasında, meslek arbabları arasında bile böyle bir ahenk yakalanamamış durumda. sokak şemsiye satıcılarının bu dil birlikleri karşısında şapka çıkarıyorum :D
Sevgili şemsiye derneğinden bir de küçük ricam olacak gelecek toplantı göndemleri için. biliyorum işleri başlarından aşkın lakin her fırtınadan sonra şemsiye mezarlığına dönen sokaklar için de bir çözüm bulsunlar. toplu cenaze sonrası yakarlar mı, yıkayıp gömerler mi bu hüzünlü görüntüden kurtarsınlar bizi. :))

6 Mart 2010 Cumartesi

sebest çığrışım


İnsanlar da selülit gibiler azıcık canlarını sıkınca hemen çirkinleşiveriyorlar..
Ve kadın kısmısı bilir çatlakları selulitler izler.
İlişkiler çatlıyor, parçalanıyor, ufalıyor.
Hepsi ufak bir hatayla başlıyor.
“Ortak bir açı yakalayamamak”la bitiyor.
Çirkinleşiveriyoruz. Pek de kolay pek de hızlı.
Ufalanıyoruz pek bir kolay, hepsinden hızlı.
pop-art hayatlarımızın hızına yetişme kaygısı
karanlıkta el yordamı
hayatımızın monte edilmiş parçası: serbest çağrışım
çağrışım da sıçış.