23 Aralık 2011 Cuma



ufaklığın tekiyle oyun oynuyorduk; iki yap-boz parçasını önüne aldı. onlar ne dedim, buna basınca dünya yok olcak, dedi. ee diğeri diye sordum, bunla da geri gelcek, dedi.

bilimkurgu ne okurum ne izlerim ne severim. ama kulaktan dolma bilgimle biliyorum ki onlarda hep yok ediyorlar bizim bu dünyayı. bizimki yok etme seçeneğini dışlamayıp geri dönüşüm tuşunu bakii kılıyor. ben etkilenmiştim bu çocuk iyimserliğinden. sizi bilmem.

22 Aralık 2011 Perşembe

KARGA

13-14 yaşlarındayım. şan kursuna gidiyorum, korkunç yeteneksizim ve annem hariç herkes farkında bunun. kursun yaş ortalaması 40 ve bu sayıyı bu kadar aşağı çeken benim.

sıkılıyorum ve ben dahil herkes farkında bunun. hoca (hoca dediğim tenor, Fahri Önoğlu, sonradan komşumuz oldu) hadi şimdi hep beraber şiiii diyor, ama benden çıkmıyor. ses veriyorum diyor bir tuşa basıyor, ben notaları bilmiyor, verdiği sesi almıyor. işte sonra sonra, hadi bunlar seni kasıyor istediğin bi şeyler söyle dedi. o zamanlar insülin var, ben hariç ordaki kimse bilmiyor bunu. "en çok seni" kesmeşeker söyledim..

sanıyorum şan kariyerimin sonu oldu bu.

yarın karga'da kesmeşeker'in yirminciyılınıkutlayacağız. aradan tizz bir şiiğğii çıkarsa bilin ki benim, hatlar karışmış... siz devam edin.


15 Aralık 2011 Perşembe

er kişi kendinden bilir işi!



İstanbul'daki sonsuz sayılı günlerimin köküne kibrit suyu yedirdiğim şu günlerde biraz dördüncü boyut biraz da bavullar üzerine düşünüyorum.
yani diyorum ki; er kişi altını çizmediği kitabı tekrar okumaya yeltenmiyor ve üstünü çizmediği insana uzaktan da ulaşabiliyor. ve bu sebepten dolayı valiz hazırlarken bir altını çizdiği kitapları bir de üstünü çizdiği insanları valizine koymak istiyor.

ve yani diyorum ki; siz de regreseyseniz benim gibi, biz hepimiz regreseysek, paylaşılmış bir regresyon olmaz mı bu bizimkisi?

9 Aralık 2011 Cuma

Sendrom Sendrom Türkiyem

Kafama takılan şeyler var.
Mesela Rusların Türkiye sendromunu biliyoruz değil mi? evet.
(http://www.nuveforum.net/1229-turizm-haberleri/22134-ruslarin-turkiye-sendromu/)

Sonra bir de tabii Stockholm sendromu vardı bir zamanlar. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Stockholm_sendromu)

Buraya kadar tamamız. Literatür sendromik açıdan buraya kadar zengin. ama sanıyorum yeni bir kavram eklememiz lazım literatüre. mesela turistlerin Türkiye'ye gelip; tacize, tecavüze ve de dolandırıcılığa uğrayıp ülkelerine döndükten sonra "gerginleşip sinirlerine hakim olamama" sendromuna ne isim vereceğiz? bir de dönemeyenler var tabii.

biliyorum hiç üstüme vazife değil ama bu durum için birkaç isim önerim var. Mesela "Pippa Bacca Sendromu" demeye ne dersiniz? ya da "Festus Okey sendromu" nasıl? şık duruyor mu?

26 Kasım 2011 Cumartesi


"ben rüyalarımı hiç hatırlamam" diyen muhtemelen yalan söylemiyor,
siz izlek soruyu eksik bırakmışsınız; "peki ya kabuslarını?"
bir de o zaman dinleyin..

24 Kasım 2011 Perşembe

cennetin taşları cinnetle döşenmiştir.

hadi gelin spoiler vereyim size;
kadınlar kendi aralarındaki o bilmiş konuşmalarında "bir cinnete bakar!" lafını çok sever. "e bu nerden çıktı şimdi?" dediğiniz her şeyin altında bu "bir cinnete bakar!" öğretisi yatıyor muhtemelen. ve kadınlar için yakıştırma "cinli et" benzetmesi bana ait değil. belki de E. Temelkuran'ın bir yazısında okumuştum. hatırlayamıyorum da, sordum google'a, o da hatırlamıyor. bi 6-7 yıl önce demişti biri bunu. kimdi acaba?

17 Kasım 2011 Perşembe

"şu mikrop İsrail"

annem bu sıralar küfre meylediyor. "şu mikrop İsrail.." 'le başlayan bir cümle kurdu bugün. görülmüş şey değil. evdeki kedi yaramazlık yapınca da "üçkağıtçıı" diye azarlıyor.
sonra ben küfredemiyorum diye dertleniyorum.
hakkaten eğitim şart. çocuk ailede ne gördüyse o.. şimdi kolaysa bu yaştan sonra devşirme, sil baştan küfretmeyi öğren. oluyor mu olmuyor tabii. ben de artık içimden küfrediyorum. tonlamayı yapabildiğimden emin olunca dıştan da deneyeceğim. bakalım. ha uyarmadı demeyin; çok damarıma basarsanır "üçkağıtçıı" diye başlarım, görürsünüz!

kitab'ı kafa

kitaba kafa dağıtcak şey gözüyle bakanlar var, biliyorum ben.
ben de istiyorum kitap okuyup dağılcak kafa.
ya da en azından kitabı kafa dağıtcak şeyden saymak.
ay çok şey bekliyorum şuncacık hayattan. farkındayım.

7 Kasım 2011 Pazartesi

burlara yazmışlığım var. geçen yıl bu zamanlarda üçbeş hoşbeş edebildiğim bi ufak vardı. dertliydi, kurbanda küçük hayvan kesmişlerdi(ama arkadaşlarının ailesi hep öyle büyük hayvan kesmişler). ve hayalliydi, "seneye paramız olursa büyük hayvan kescekmişiz" demişti.
ve yine demişliğim var, kafam karışık: tanrı falan öyle dinler öyle kitaplar, kurbanlar falan var mılı, gerek var mılı şeylerde. ben bunca inançsız ve etraf kan gölü.. yani öyle oluk oluk kan akarken, bir öldü mü binlercesi birden ölürken, boğaz saygı duruşunda bayramlık kırmızı, kanlı kırmızı akarken işte böyle inançsız inançsız ben bi kaç gündür bu çocuk için dua ediyorum. allah varsa da vere de bu çocuğun babası bu kurban büyük hayvan kesebilmiş ola, diye diye. ki bu çocuğun gözleri gülse öyle utanmaksız. ki biliyorum çocuklar güldü mü gözleriyle gülüyorlar. öyle valla, kitaptan okumadım. görmüşlüğüm var. öyle gözleriyle gözleriyle gülüyor çocuklar. yani mutlu olunca.

24 Ekim 2011 Pazartesi

iyi yolculuklar

istanbul'un orlarını çok da bilmiyorum. öğrettiler orlardaki semtlerin adlarını ama unuttum. ama şeyi öğrendim cadde üstü olanlar birinci ve ikinci levent ara yollar üçüncü ve dördüncü levent. böyle bi şeylerdi. neyse işte. kanyon'un ordan dolmuşa bindik İTÜ'de inmek üzere. yanımızda da bi çekirdek aile vardı.
bu kısa yolda 5 yaşındaki veletlerinin keyfine biraz kulak misafiri oldum, paylaşmak isterim:

-Aa anne gökdelen. bu da gökdelen. bu küçük gökdelen. Aa hayyatımda gördüğüm enn büyük gökdelen..

sanıyorum "gökdelen" kelimesini ilk kez öğrenmişti ve cümle içinde kullanmak istiyorudu.
umuyorum gün gelir "Aa anne bak hayyatımda gördüğüm enn güzel kuş,ağaç,sincap" 'lı yolculuklar da yaşar..

10 Ekim 2011 Pazartesi

ilişik ilişkiler üzerine çelişik çelişki

dinlenmeyen monologlar monotonlaşıyor.
ilişilmeyen ilişkiler ilişiksizleşiyor.
sigaram söndü, yakar mıydınız?
sarılan sigaralar arada sönüyor da..

26 Eylül 2011 Pazartesi

tırtılların asla asla asla kahverengi bot giymeyeceğini bilmeyenlerle ne konuşabilirim ki? hadi diyelim en mantıklı gerekçeleriyle tırtılların niçün kahverengi bot giyebileceğini açıklamaya çalışan birini de dinleyebilirim. ama üzgünüm! "saçmalama lütfen Pınar! hiç bot giyen bir tırtıl gördün mü?" diyene zerre tahammülüm yok.

24 Eylül 2011 Cumartesi

küçükken bir şeyi çok yiyince karnımda onun ağacının yeşerdiğini sanırdım. sanıyorum annem sakız yutma alışkanlığımı bırakmam için böyle bir yalan uydurmuştu ya da karpuzu çekirdekleriyle yediğim için. tam hatırlayamıyorum. küçük bir çocuğun hayal gücünü besleyebilecek bir yalan.
saçmalamayın, artık büyüdüm. tabii ki biliyorum sigaranın ağaçta yetişmediğini. karpuz gibi yerde büyüyor o. ama kahvenin dalları uzuyor gibi. arada çıtırtılarını duyuyorum.

21 Eylül 2011 Çarşamba

kaybolmaya gidiyorum

küçüktük epey. ben, ablam bir de amcamın oğlu marko. (adı marko değildi tabi. ablası bir çizgi filmde duyup da ona böyle diyeli beri tüm mahalle öyle diyorduk biz artık) neyse. işte küçüktük, annemize kızmıştık. hepimiz. bir araya gelmiştik. annelerimizi üzme gayesiyle safları sıklaştırmıştık. kaybolmaya karar verdik üç çocuk. kaybolmaya gidelim, kaybolalım ki onlar da üzülsün dedik. çok bir seçeneğimiz yoktu. ev dört yol ağzındaydı. üçüne daha önce gitmiştik. dördüncüden ilerleyince çingeneler vardı. ve öyle demişlerdi, çingeneler sizi kaçırır, dilenci yapar, oralara gitmeyin. biz de oraya gittik, dördüncü yola. neyse. annemin arkadaşı gördü. siz dedi, ne iş? kaybolmaya gidiyoruz dedik. tuttu ellerimizden. geri getirdi anneme. neyse işte . bugün Didem Madak'ın bir şiirini okudum.

"İnsan kaybolmayı ister mi?
Ben işte istedim bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım!"

diyor bir yerlerinde. ben yine gidiciyim biraz. sanıyorum biraz kaybolup dönücem.

15 Eylül 2011 Perşembe

türlü çeşit sanat olduğunu söylüyorlar. hurafe. bence bir küfretmek sanattır bir de matkap kullanmak. ama matkap önemli.
bir gün çat diye ölürsem dersiniz; keyfince küfredemediği için kahrından öldü. küfretmek mühim, ihmal etmeyin.

5 Eylül 2011 Pazartesi

siz ne renk diyor?

4 yaşındaki "prenses" dolmuşta teyzesiyle söyleşiyor, şöyle:

4- nerdeydin?
- doktora gittim teyzecim.
4- iğne mi yaptı?
- hap verdi teyzecim.
4- ne renk?
- pembe.
4- hıı benimkinden..

sağlık sorunlarımı anlatırken hapımın renginin sorulduğu bir dünyaya kaçacağım ben. sizlere sevgiler.

25 Ağustos 2011 Perşembe

bi kere kediler özlemez hiç de bile. "cool" hayvangillerdendirdirler.


"ben özlemedim kedi özledi" gibisinden şeyler için bile önce adamın kediyle tanış olması lazımdırdır, di mi? ve kediyle bile tanış değilse zaten ortada bir şey yokturdur mu diyonuz? ve ortada bir şey yokturdursa da özledimli gibili şeylerden söz edilemez mi diyonuz yani siz şimdi? hadi ordan lan! çok mantıksız. benden iyi mi bileceğniz.

19 Ağustos 2011 Cuma

peyniriniz bol meyveniz tazesinden olsun

sevgili dostum mervük'ün fi tarihinde benden bir ricası olmuş idi, yemek tarifi yazıp şu bloga kondurmamla alakalı. unutmuş değilim. yıllardır da kafamda, yalan yok. ama ben bir emine beder değilim, keşke olaydım. o yüzden düşündüm taşındım neediyim diye ve biraz önce meyveler ve peynirler üzerine derin düşüncelere dalmışken buldum ne yazacağımı.
evet doğru tahmin yıllardır emekle, deneye-yanıla eşleştirdiğim peynir-meyve birlikteliklerini paylaşacağım sizlerlen.
sanmayın ki peynir-meyve birlikteliği şarap-peynir birlikteliğinden geri kalır, değil. her meyve her peynirle gitmez her peynirin de bir meyve gideri vardır. misal ilk keşfim "kivi- beyaz peynir". kiviyi başka peynirle düşlemeyin gitmez illa ki beyaz peynir olucak yanına. ve elbet avakadonun yanına da eski kaşardan başkasını düşünmeyin. muz- labne her damağa gitmezse de bana gelir. hadi bunlar az buçuk bilinen şeyler ama son keşfim şeftali- gravyer peyniri ki hiç bir şeye vazgeçmem. ha ama bunlardan bahsederken karpuz- beyaz peyniri avama atacak değilim. o ki klasik o ki yaz habercisi.
benim daha keyfine varamadığım kimbilir daha ne peynir yanı meyveler vardır, ama benden bu kadar. varsa öneri ben buralarda bir yerlerdeyim.

12 Temmuz 2011 Salı

hüzn'ü kuruntum

cafe latte "hüznü" @moda W/ (the) one (on my mind).. ne var? böyle olmuyor muydu?

1 Temmuz 2011 Cuma

bu iş böyle de yürümezdi de yonca,
bakma kafamız karışmış.

22 Haziran 2011 Çarşamba

dostça ayıldık

doktor tavsiyesi olsa bu kadar sadık kalmazdım. her gün saatini aksatmadan günde 4 doz kahvemi hiç aksatmadan alıyorum. ve garip hiç bitmiyor evde kahve. mesela sigara öyle değil gecenin bir yarısı bittiği oluyor. koşup alıp geliyorum. ama kahve öyle değil. mesela şeker de bitiyor. son iki gündür şeker almaya çıkmadım pudra şekeriyle içiyorum, pek farkı yok.
işte benimki de böyle bir bünye, bağımlı. yani bağlanıyor. her şey alkolle başladı. yanına sigara yakıştı. alkol sonrası kahve lazımdı. alkol sırası mesaj atılırdı.
5-6 yıl önceydi. alkol sırası atılan mesajların alkol sırasında atılan mesajlar olduğunu bilmiyordum daha. o biliyordu besbelli. ben mesajı atardım o arardı. "niye senin iraden yok?" diye sormuştu dostça. o dostça ayıktı ben alkollü pek aşık. bir daha ona alkollü mesaj atmadım. ah hadi bir iradem olsun diye de değil. bilmem niye. sanırım dostça ayık insanlar canımı yakıyor.

11 Mayıs 2011 Çarşamba

devir değişti

"Bu akşam büyün meyhanelerini dolaştım İstanbul'un" vs. "I google you"

10 Mayıs 2011 Salı

dünya dönüyor!

Narsist: dünya dönüyor da bana mı dönüyor? Evet.
Depresif: zaman geçiyor da bana mı geçiriyor? Evet.
Paranoyak: dünya dönüyor da hele bi sor ki niye dönüyor!
Alkolik: dünya dönüyor sen ne dersen de!

7 Mayıs 2011 Cumartesi

dilbilimi güzel bişey


- çok güzelsin.
- o senin güzelliğin.
vs
- welcome.
- you're welcome.

şerefsizler

ağbim intihar ettiğinde polisler çantasındaki "Benerci Kendini Niçin Öldürdü?" kitabını delil olarak alıkoymuşlardı. ve geri vermediler. şerefsizler.

6 Mayıs 2011 Cuma

dünya dönüyor da aya mı dönüyor? ay ama dönüyor!

gözlem evi notları;
1. gün

şey diyicem ben.
ay ama gülmek yok.
bak baştan anlaşalım.
dünya sanırsam dönüyor.
biraz önce karşımda ay vardı şindi gitti.
ay nerye gitti ay!
tabi dünya duruyor ay dönüyor da olabilir.
ay dönek bunlar yahu. belki de ikisi birden dönüyordur?
bak burda kilitlendim, derin mevzular bunnar.
gözlem astronomi ve uzay bilimlerinin mihenk taşıdır, gözlemlerimi ara ara paylaşacağım sizlerlen. gözünüz benle olsun.

3 Mayıs 2011 Salı

40 gün 40 gece alışveriş festivali


son bir yerlerde "nöbetçi AVM" diye bir şey okudum. bu da olmuş! sözlüklere eklensin tabi "nöbetçi AVM" kavramı!

29 Nisan 2011 Cuma

ikinasihat

daha çok küçüktüm annem beni ve ablamı karşısına alıp iki nasihat verdiydi başka şey değil ama bu ikisi, "kızlar size şu hayatta diyeceğim şu ikisidir, bir evli erkekten uzak durun iki saçınızı beyazlamadan boyatmayın". bunlar da anamın bana verdiği yegane nasihatler oldu, dahası olmadı.. neden bilmem hala neden bu ikisi...

26 Nisan 2011 Salı

3 yıl'a oluruz!

6 yaşındaki arkadaşıma "sen ne zaman büyüyücen!" dedim. "üç yıla büyürüm" dedi. "ben ne zamana büyürüm?" diye sordum. "üç yıla büyürsün" dedi.
bana mantıklı geldi.

28 Mart 2011 Pazartesi

dünyanın en yüzeysel insanı olmam değil tabiki sıkıntı ama bunu matah bir şey sanmamda bir sorun var gibi. bilemedim.
birisi karşınıza çıkıp da "ben seni üzerim" diyorsa inanın ona. en nihayetinde kendisini sizden daha iyi tanıyordur.

16 Mart 2011 Çarşamba

Başağrısı hasta fişleme raporu

Başağrısı hasta fişleme raporu

Anamnez: 24 yaşında, kadın, bekar, psikolog, işsiz. Ailede başağrısı geçmişi yok. Çok içtiği gecelerin sabahında başağrısından ufalan kafasını uçurup tavuklara atmak konusundaki ısrarı dışında kronik başağrısıyla ilişiği yok.
Sempromlar: 10\4 şiddetinde, zonklayıcı, fonofobi\ fotofobi eşlik etmeyen gerilim tipi başağrısıyla uyandı bu sabah ve yaklaşık son bir aydır her sabah. Fazla uykudan sonra sabahları kalkınca kafasında elektrik kontağı olmuş gibi hissettiğini belirtiyor. (psikiyatrik hastalık geçmişi yok).
Tanı: Deli sanırsak ama depresyon da olabilir.
Tedavi: Az uyusun zilli, bunun için meşgul edilir mi Türk hekimi. (psikoterapi uygulaması yardımcı olabilir).

20 Ocak 2011 Perşembe

moda'nın nur yüzlü bir dervişi var, bilenler bilir. eski fauna'nın sokağında hep o civarlardadır. orda bir duvar yazısı vardır 'polis uslu dur' diye. bildin mi? hah işte hep o yazının altında oturur.
bir gün geçerken sigara istedi benden, severim sokakta sigara içmeyi, verdim.
bak kızım dedi, biz dervişlerin duaları kabul olur, çok mutlu olasın sen dedi. o kadar mutlu olasın ki mutlu olmaktan sıkılasın.. böyle dedi işte.
karşılaştıkça selamlaşıyoruz. arada sigaralaşıyoruz. yüzüne utançla bakıyor gibiyim. yok hala olamadım mutlu ben, der gibi böyle düşünür gibiyim.

13 Ocak 2011 Perşembe

iş görüşmesi

dün bir iş görüşmesine gittim. büyük dersane zincirimizin yeni butik dersanesi için psikolog istiyoruz dedi. çocuklar mutlu olsun diye istiyoruz da dedi. dedim ne güzel patron ama insan işte.
ama ekledim 'psikologlar insanlar mutlu olsun diye yoktur'.
o da ekledi 'biz psikolog istiyoruz çünkü çocuklar mutlu olsun ki ders çalışmalarının önündeki tüm engeller kalksın'.
diyemedim ki 'ders çalışmasalar olmaz mı? hep yarışmasalar olmaz mı? hepimize mutlu olalım diye bu kadar baskı yapmasanız olmaz mı? acı yerinde ağır, evet, ama yerinde güzel de, olmaz mı?'
şartlarda anlaşamadık, çıktım.

10 Ocak 2011 Pazartesi

ötenazi

Devlet büyüklerine mektup yazma geleneği olan bir ailede büyüdüm ben. Annem sık sık birilerine mektup yazardı ben küçükken, ben daha yokken de yazarmış. Cevaplarını da saklardı, gururla gösterirdi Çelik Gülersoy'la yazışmalarını. Çalışmalarını takdir ettiğini lakin bir de hani şu bilmemne sokağında bilmemne camiinin yanında bulunan harika-köhne köşk de restorasyondan geçse, halka açılsa ne harika olurdu. Öelik Gülersoy da annemin bu duyarlılığını takdir ederdi. Haklısınız mirim ama işte lakin bakın ben size faaliyetlerimizin kataloğunu gönderiyim şimdilik bunlar var elimizde derdi.
Babam da sık sık yazardı birilerine. Ben onlu yaşlarımın girişindeydim evde hakim bi konu vardı. Babam artık şu ötenazninin yasallaşmasını istiyordu. 8 yıldır kanserdi. Devlet erkanına mektuplar yazıyordu, annem Çelik Gülersoy'u takdir ederken. Babam diyordu ki devlet büyüklerine, siz hele bi şu ötenaziyi yasallaştırın ilk nefer olarak ben ölmezsem şerefsizim. Babam bunları yazarken annem ağlıyordu, ben ötenazinin ne olduğunu edebiyat öğretmeni olan anneme-babama soruyordum. Onlar aç sözlüğe bak, gazeteden 40 kupona aldık, meydan larus kütüpanede duruyor, hazırcı olma diyordu.
Babam böyle bi vasiyette bulunmadıydı ama abim yine de vefalı davrandı, babam öldükten 4 yıl sonra intihar etti. Ne de olsa intihar ötenazinin ğvey kardeşi sayılır dedim geçtim, geçti.
Ama bügünlerde sık sık düşünür oldum, intihar etme özgürlüğü elinden alınan insanları. kimisi bakmakla yükümlü olduğu çocuğu için, kimisi cennetten kovulurum diye, kimisi de siz bilmezsiniz ama yazılmamış bir kural vardır aynı eve iki intihar fazla diye.
O değil de sahi şu ötenazi ne oldu, yasalaştı mı sınıriçinde?

3 Ocak 2011 Pazartesi

gel yanıma, gir koluma, salla salla vur duvara..
diye bi oyunumuz vardı küçükkene. ben hep size fesat olun diyorum ama birisi bize fettan olun diyormuş belli ki. gel yanıma, gir koluma diye adamı çağırıp sallayıp sallayıp duvara çalmak nedir allasen?