28 Aralık 2010 Salı

dünya dönüyor da bana mı dönüyor? evet.

ben şurda bilmem kaçıncı narsistik dönemime merdiven dayarken psikoloci kitaplarının hala bir ikiden sonra saymayı bırakması gücüme gitmiyor değil..

22 Aralık 2010 Çarşamba

be ilişkisiz yapamam birinden ötekine ordan bir diğerine diyenlere küçük bir tavsiyem olucak sigarayı sigarayla yakmadan önce bi külünü silkin derim..

9 Ekim 2010 Cumartesi

anlıyorum ve devam etmek istiyorum!

temizlemeye nerden başlamalı?
kendin kirliyken evi temizlesen demez mi ki ev la sen kirlisin neyine temizlersin beni?
kendini temizleyip evi temizlesen sen kirlenmez misin?
nerden başlamalı?
önce seni mi cilalamalı, sendeki beni? bendeki seni ne yapmalı?
yoksa bu bendeki arebeski?

19 Eylül 2010 Pazar

hayvanlar alemi

bildiğin hayvan isimlerini saysana dedim 7 yaş çocuğuna;
"biz öbürki bayrama büyük hayvan kesicez" dedi. sonra ekledi "paramız olmasza küçük hayvan da kesebilirmişiz. tavuk falan".

biz hangi hayvanlardan evrildik ki büyük, küçük? evrilirken devrilmeyeydik keşke hayvan kalaydık.

2 Eylül 2010 Perşembe

şu yukardaki fotoyu hala değiştirmemiş olmamın tek sebebi aylak olmam.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

nevrotik erkek tutkumu mesleğin başında olmama bağlıyorlar...
meslekten hevesimi alınca nevrotik erkeklerden de hevesimi almış mı olacağım şimdi? heves alınan bir şey miydi?
verilir miydi?
iade edilir miydi?
geçer miydi?
açaydım kollarımı şöyle yine de gider miydi?
o gidici miydi?

28 Ağustos 2010 Cumartesi

hepimiz ölüyoruz, evet. ağbim biraz acele edip hemen öldü. şimdi biz ölüyoruz, o öldü. hep biraz aceleciydi. huyu kurusun..

23 Ağustos 2010 Pazartesi

dayak mı cennetten çıkma cehennem mi insanın içinde?

7 yaşındaki çocuğun itirafları acıtır:
-annen seni dövüyor mu?
-yok.
-gözüne ne oldu?
-demir yaptı.
-demir kimin elindeydi?
-annemin..

8 yaşında bi çocuğun itirafları ağır olur:
"annem beni pek dövmez tek yüzüme vurur ama 3 yaşında kardeşim var onu çok döver,neresine gelirse"

12 yaşındaki çocuğun itirafları yaralar:
-annen seni döver mi?
-döver.
-sence niye?
-kardeşim doğdu.
-o yüzden mi?
-zenginlerin oturduğu yere gidince de döver..

13 yaşındaki çocuğun itirafları sersemletir:
- pantolon giyersem abim bacaklarımı kırar. artık evlendiricekler beni, etek giymezsem kız gibi olmam...

kondom

- Adın ne?
- Berrivan
- Ne demekmiş sordun mu annene babana?
- Örtmenim ağıt demekmiş. Ablamın adı da ağıt demek..
- Kardeşlerinin adlarını saysana bana.
- ... en küçük kardeşim de imdat..
- Kaç kardeşsiniz?
- 10 kardeşiz.

...baba 11. çocuğu yapmaya niyetliyse isim önerim var
- Kondom..

22 Ağustos 2010 Pazar

MR vs NOLAN.. anında görüntü, bilinçaltına yolculuk!

Son bir haftadır bir rehabilitasyon merkezinde çalışıyorum. işleyişi bilmeyenler için bu gibi kurumlar bol miktarda emekli öğretmeni bünyesinde barındırır ikinci bir maaş kapısı açarak. hakeza bu çalıştığım merkez de bir emekli öğretmenler cenneti.
ders arasında iki emekli öğretmen kayıtlı bir öğrenciyi sohbete meze yaparak konuşmakta
- (varsayalım) Cabbar da okumayı bi türlü çözemedi, zeki de çocuk. biraz uğraşsa kafa yorsa çözücek 15 yaşında çocuk.
- ee o çözse bu çözse, hepsi okumayı öğrense biz nasıl para kazanıcaz. onlar öğrenmesin, okumasın ki biz de para kazanalım..bıdı bıdı..

bahsi geçen çocuk mental retardasyonu olan bir çocuk. kısaltması ile anarsak "MR". ki bilindiği üzere "MR" aynı zamanda "manyetik rezonans" yönteminin kısaltması. hani şu adamın kafasının içini gösteren filmler. "MR"lı bir çocuğun konuşulduğu bir sohbette kafaların içini görmek için "MR" çekmeye gerek kalmadı..

bugünki Radikal'de Hakkı Devrim, Türkiyedeki 15 yaş ve üzerindeki okur yazar olmayanların sayısının 5 milyon 674 bin olduğundan bahsetmiş. der demez çağrısım yaptı RTE'de bizim emekli öğretmenlerle aynı kafada mı acep? "ee o çözse, bu çözse, hepsi okumayı öğrense, aydınlansa biz nasıl para kazanıcaz?"

10 Ağustos 2010 Salı

veda

eğer vardıysa, bilge yanımı yitirdim.
hükümsüzdür.
küçük iskender kırılan bir kemiğin sesiyle veda eder ya
ettim veda.
geçsin kayıtlara.

8 Ağustos 2010 Pazar

şiyir

kanadım yok; gökyüzünde olamam
hayatım yok; yer yüzünde olamam
belki bulursun bıraktığın yerlerde kim bilir?
bokum sıcak, fazla uzağa gitmiş olamam."

gökhan dabak*

5 Ağustos 2010 Perşembe

30 Temmuz 2010 Cuma

üzümlü kek

bugün dalgınlıkla, yanlışlıkla, bilinçsizce, bilincimi yemişcesini üzümlü kek aldım tansaştan. tanıyanlar bilir bu hiç hayra alamet değil. kaza da değil. olsa olsa freudyen kaza. hayatımda bir şeylerin yolunda gitmediğini göstermek adına. bugüne kadar biliçsizce yediklerim dışında üzümlü kek yediğim görülmedi civar illerde. kendinden haz etmiyorum. üzümü tek severim ne yalan söyliyim. keki de yerim. ama üzümlü kekle aramız limoni.
aha ne var ikili ilişkilerim de aynı eğriye boyun bağlayıp eğrildiyse. yemeyeceğim bir üzümlü kek aldım evet, asla da yiyemiyicem. ama atamam da bir misafir gelir de yer diye bekliyicem. belki de ben ikram edicem.
ikili ilişkilerimin bilançosunu çıkardım, bir miktar kendini doğrulayan kehanet var elimde. bitirmek üzere başlamışım hepsine. yazık ki üzümlü keki sevenler sevmeyenlerden daha fazla...

4 Temmuz 2010 Pazar

baban ne iş yapıyor?


sana ne lan göt!
iki soru eğitim hayatım boyunca ağzıma sıçtı. biri bu lanet: " her öğrenci sırayla ismini, nereli olduğunu ve babasının ne iş yaptığı söylesin". bu sorunun her eğitim yılı başlangıcında sorulmadığı tek eğitim kurumu darüşşafaka olsa gerek. her yıl okul açılmadan bir gün önce iki şey üzerine uykularım kaçtı. biri ne giyiyim diğeri "babam öldü" mü diyim yoksa "babam vefat etti" daha mı naif duruyor? vefat etti hep daha duygusuz geldi. babandan mı bahsediyosun yoksa merhum cumhurbaşkanından mı. ama öldü öyle değil. kanırtmışlık var içinde, gözyaşı var, acı var. ama anlamadılar. babam öldükten 3 gün sonra okula gitmiştim. annem arkadaşlarını görmek iyi gelir diye gönderdiydi. ben de konuşulanlara güldüydüm, küççük bir şey idiydim ki ben daha. sonra o lanet ufak çoçuk yüzüme, gözümün içine bakıp "babası ölmüş bu gülüyor, benim babam ölse ben bir daha güzelemezdim" dediydi. o da mı küççüktü ki?

sonra bir miktar zaman geçti. bu kez abim öldü. zaman daha mı küççülttü beni nedir. bu defa sorma sırası bana geldi. "abim öldü lan nasıl bu sokaktaki insanlar gülüyor?" soru ağır geldi evren'i camiaya, dünya bir miktar ıssızlaştı bu sorunun üzerine, ben de bütün sorularımı, şahitlerimi geri çektim. başka sorum yok hakim bey! dava bir an önce sonuçlansın!

ama var bir soru daha böyle pek bir masum. görseniz yanaklarını sıkarsınız. öyle ki akıllı çocuk duruyor. soran ne sorduğunu bilmeden sorar.. soran ne anlama geldiğini hiç bilmez. muhabbet açmak için sorar, laf olsun diye sorar. ama bazı insanlar kaç kardeş olduğunu o kadar kolay sayamaz. o yüzdendir ki "kaç kardeşsiniz?" her zaman testte ilk cevaplanacak sorulardan olmayabilir.

içinde ölü barındıran bir denklemde her zaman 2+1=3 etmez.

"kaç kardeşsiniz?".. sana ne lan göt..

25 Haziran 2010 Cuma

"takıntı"

"Takıntı, Ruhçulukta, “bir bedensiz ruhun bir bedenliyi (insanı) hükmedecek derecede etkisi altına alması” olarak tanımlanır." wikipedia.

söyleyeceklerim var hakim bey!
"bedensiz ruh" günümüzde pek sık rastlanılmayan bir olgu. lakin "ruhsuz beden" deyince pek çok hanım kızımızın, ben hariç değil, gözleri doldu. aha gördüm buğulanıp-uzaklara daldı. kaç sigara yakıldı şu satırlar okunurken, çevrede bedensiz dolaşan ruhlar bilir.
google hala elimin altındayken arattım: "bir ruhsuz bedenin bir bedenliyi (insanı) hükmedecek derecede etkisi altına alması nedir?" diye. google ruhsuz ruhsuz baktı sayın okur. wikipedia kıçını döndü. incisözlüğe bulaşmadım, neme lazım.

ruhun kulaklarını çınlatınca, akıl mı ruhtan çıkar, ruh mu akıldan deyu akıl yürüttüm ve cücük kadar kalan aklıma başvurdum bu soru için.

"bir ruhsuz bedenin bir bedenliyi, daha trajik kılmak için, bedenliden öte ruhlu bir bedenliyi hükmedecek derecede etkisi altına alması puştluktur, şerefsizliktir, kavgada yapılmayacak harekettir. buna izin verme ise gözü kör olasıca körkütük aşktır.

8 Haziran 2010 Salı

ayağını denk al yorganı geçmesin!

sen sen ol başka blogları okuma okur..
bugüne kadar kendi yağında kavrulan en yüzeyselinden bir blog yazarıydım.
ağzımın tadi yemeğimin tuzu hayatımın neşesi vardı.
desem de inanma, anneme birisi sistematik duyarsızlaştırmayı öğretmiş
gün be gün yemeklerden yağı-tuzu biraz daha kesti.
keza tanrının da psikolojiye yatkınlığı yadsınamaz.
o da gün be gün yaşam enerjimden tasarrufa gitti.
isyan etmedim sayın tanrım, yüce tanrım. başlangıç düzeyi bir serzenişti bu. seni senin silahınla vurucam isyanıma sistemetik duyarsızlaştırcam seni, yüce tanrım.
bir gün karşımda "tanrıyla böyle konuşulmaz, ağzını topla" derken bulucan kendini. uyarmadı deme. uyarmadı deme tanrım.

neyse konuya dönelim. konumuza demedim. diyemedim. ne diyicem sayın okur? bu devirde kim kimin davasını sahiplenip arka çıkıyor? hepimiz bir benci. egonun süperegoyu yamulttuğu, idin tüm buralar benim ulan dediği devirler. ah freud. canım freud. devir değişti freud. çelik de değişti freud. bil bunları artık freud.

konumuzda kalmıştık. konumuz şu ki. başka blogları okumayın. ben okudum pişman oldum. zamanında benim elimden tutup yol yordam gösterenim olmadı. şimdi ben yaptım siz yapmayın. son bi kaç gündür o bloğ senin, bu bloğ bir başkasının, o bloğ filancanın bloğ bloğ geziyorum. statcounterınızdaki şişkin tıklanma rekorları hep benim sayemde. şerefisizim okudukça okuyasım geliyor.ne güzel yazanlar var. okudukça yazmayasım bir o kadar konuya bağımlı değişken olup aynı surette azalmak istiyor.yo yo kıskançlık değil başlangıç düzeyi bir öykünme de sen ona.

zaten bloğum-aylağım-gözümün nurunun; fonusu,tonusu, şu üstteki fotosu her şeyiyle şu sıralar gözüme batıyor.
ah o tutucu, tutumlu zamanlar. tepresyon baş gösterince prozaktan önce saçını kestiren, boyatan kadınlar..devir değişti dediydim. tepresyon baş gösterince saçımdan önce blogda değişiklik yapma isteği hasıl oldu. yo yo gelecek post pasta tarifi ya da moda kritiğiyle karşınıza çıkmıyıcam. benim de sınrılılıklarım var. bekle gör.
uslu dur.
yanındakiyle konuşma.
başka blogları sakın okuma.
saalıcakla.

4 Haziran 2010 Cuma

sıkıldım ve sikildim, türkçe "karakter eksikliği"nden fazlası var bu ikisi arasında..

çok sıkıldım lan blog.
eskiden bi boşluk, açlık vardı içimde
ne atsam alıyordu, ne atsam dolmuyordu.
şimdi kafam dolmuş, içim kabarmış.
şimdi hiç bir şeyi kabul etmiyor.
kimseyi, hiç bir şeyi kabul etmiyor.

2 Haziran 2010 Çarşamba

ilişkileşmek

yaz geldi ilişkiler sezon açtı. çevremdeki herkesin bir ilişkileştiği var bu sıralar. bendeyse durum günü birlikleri birleştirip beşi bir yerdeden altın günümde çeyrek topluyorum.
e tabi kiraz mevsimi boy gösterince "erkekler" başlıklı kız buluşmaları da perdeleri açtı.
hani genel kabul gören bir söylem vardır ya Türk erkekleri cinselliği ebeveynlerinden, güvenilir kaynaklardan değil de porno dergilerinden (cd'lerinden), akran muhabbetlerinden öğrenir diye. işte Türk kızları da ilişkileşmeyi kız toplaşmalarındna öğrenir. halbuki her ikisinde de aynı hezimet yaşanır.
biz kızlar biririmizin ilişkilerine ne kadar zarar veriyoruz görmek çok da zor değil. kızların birbirine sorduğu "aa hala aramadı mı seni?" sorusu yüzünden her gün kaç ilişki ziyan ediliyor bir bilseniz.. hele hele "ee ailesi de iyi" cümle öbeği tehlike çanlarının ilk sinyali gibi.
bütün kızlar gene toplaşalım, kısır mısır yapalım ne biliyim regli sancısına küfredelim ama zaten ilişkileşmek sonusuz çeşitlilikte bir hadise. kendi sınırlı evrenimizden edindiğimiz 3-5 ilişki repertuarımızla müdehale de sınır tanımazlık da neyin nesi?

25 Mayıs 2010 Salı

premenstrual syndrome

geçen hüseyin usta bir postun altına yaptığı yorumda "sen tanrı olsaydın?" la başlayan bir soru sordu.. bir miktar zihnimi meşgul etti bu soru.
düşündüm ve sonuca vardım, ben tanrı olsaydım, ki benden tanrı olmaz, ilk iş halkların karşeşliği ve barışı için pre-mens sendromunda bir miktar değişiklik yapardım. mesela göğüsler daha çok büyüsün ama sinirlilik- gerginlik hali ortadan kalksın. bakın ciddiyim. işin geyiğinde değilim. sinirlilik hali ortadan kalkınca pre-mens dönemindeki kadın kocasına, sevgilisine, sevdiceğine duruduk yerde çıkışmayacak. çıkışılan koca, sevgili işe gidince durduk yerde çaycısına, alt rütbedekine gene durduk yerde çıkışmıyıcak. durduk yerde savaşlar, kavgalar, can sıkıntıları olmayacak..
dahiyane değil mi.
evet.
ben de dünyanın en yüzeysel insanıyım.
evet.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

kömür karası

işçiler madenci olurken ölme riskini biliyorlardı diyen başbakanımıza, tanrın seni yaratırken bu kadar kalpsiz olabileceğini biliyor muydu? diye sormak isterim..
belki o işçilerin başka çaresi yoktu evlerine ekmek götürmek için, Türk halkının 3'te birinin senin partine oy verdiğini varsayarsak belki de o 30 işçiden 10'unun evinde en az 3 çocuk, en az 4 can vardı doyurulması gereken...

belki o işçilerin başka çaresi yoktu bile bile her gün ölüm korkusuyla çalışmak dışında.
tamam inançlı biri değilim, hala kafam karışık bir tanrının olup olmadığıyla ilgili ama sayın başbakanım hepimiz bir işe girişirken bardağın dolu tarafıyla başlıyoruz. eminim ki ne o maden işçileri ne de seni yaratan tanrın işlerin bu kadar çığrından çıkabileceğini hesaba katmamıştır..

dead man


Nobody: Did you kill the white man who killed you?
William Blake: I'm not dead. Am I?'

rüyalarda ölünce,öldürünce, yaralanınca kan akmaz derler..kan akmayınca öldüğüne, öldürdüğüne inanmak zor gibi. ama kan akmasa da ölen birileri olabiliyor. acıtmadan, farketmeden öldürenlerimiz de var, evet. öldürdüklerim oldu, öldüğüm de oldu ama bu repliği okuyunca daha bir netleşti.. farketmeden öldürüldüğüm, silindiğim hala rüya devam ediyor sandığım, gerçek-replik yüzüme çarpınca da "I'm not dead, am I?" dediklerim ne çok birikmiş..


(jim jarmusch'un Dead Man filminden bu replik.şiddetle tavsiye ederim.)

7 Mayıs 2010 Cuma

görükmez adam


yalnızlıktan muzdarip çocuklar hayali arkadaşlar, görükmez adamlar yaratıp onlarlan konuşuyollar. biz de bir gün facebooku yüceltip diğer gün bloğa yüklenip öteki gün en çok twitterda post giriyoruz. itiraf ediyorum her gün bir başka görükmez hayali arkadaşımı kayırıyorum.
bugünki etkinlik saatimizin sonuna geldik.
hadi çocuklar özetleyelim bugün ne öğrendik: facebok,blog vs pek cici görükmez adamlarımız olan regresyonlarımızmış.
yarın yine aynı saatte..saalıcakla
ağlanacak halime ne yapayım bilemedim.
bu su hiç burmaz dur desen durmaz
benden adam olmaz.
azıcık da olmaz.
ayinesi iş ola ki kişinin lafa bakılmaz imiş.
iş'te döndüm durdum bulamadım,
kalktım bloga geldim baktım ettiğim laflara,
laf lafı açmış da az biraz laflmışız da
neyleyim duramadım
ben kendimi bulamadım.

kelam güçtür derler,
gel bul beni dediysem eğer
kastım gel buldur benidir
elçiye zeval olmaz.
kabulünsem benden adam olmaz.

4 Mayıs 2010 Salı

montla sıç


refleks olmuş, birisi derdini anlatınca "montla sıç" demek. sonra psikolog oldum.
kısa devre..........ey umut sarıkaya niitttiiin bir nesle :DD

3 Mayıs 2010 Pazartesi

mohsen namjoo-nobahari

mohsen namjoo'nun facebookta paylaşılan bir şarkısının altında gördüm bu şiiri.. bilemedim gerçekten şarkının sözlerimi. (bilen varsa bilgi versin lütfen)

önce tekrar tekrar şarkıyı dinledim, sonra tekrar tekrar şiiri okudum. derinlerde bir yere dokundu, elimin uzanmadığı.. dilimin söylemeye varmadığını yüzüme vurdu..





"Olur da olamazsam buralarda Yanağındaki küçük çukura saklanmak istiyorum,uyumak.. Yüzyıllarca uyumak..
İlla isim konulacaksa ben masal değil hayat demekten yanayım Bu yolları yan yana yürümekten yanayım..
Erguvanlar açmaya başladı,mavi mi pembe mi ayırt edemiyorum renkleri,kokuna bi isim bulmaya çalışmaktan da vazgeçtim.
Geldiğinde bir masada kahvemizi yudumlayıp, heyecanla dedikodu yapacağız, sana kaçırmadan anlatmam gereken aylar biriktirdim..
Biraz sessizlik olacak sonra Sen hüzünlü gözlerini uzaklara salacaksın.
Cümlelerim topallayacak,ağır aksak kelimelerle soracağım; Nasılsın? Nasılsın derken bile iyi olmana dualar edior olacağım..
Hiçbir sözümüz umutsuzluk taşımayacak, inanacağız, inandıracağız, yaşadığımız cehennemin cennete dönüşeceğine.
Herkesin unuttuğu küçük bir çocuğa gülümseyerek, İnsanların koşarak geçerken farketmediği selpakçı amcanın gülüşüne karşılık vererek..
Ve bırakarak bu dünyanın tümm kandırmacılarını kendimize insanca bir yol çizeceğiz! Gelmek isteyen ardımıza düşecek..
Gel ! Orda mutlu olduğunu biliyorum ama inan bencilce değil bu isteğim.
Birgün hiç gelmemeye karar vererek gidersen,bavulumu hazırladım geçmişi koymadım içine,adı ‘ geçmiş’ olacak gelecekleri beraber yaşayalım diye !
Gitme ! Seni şah damarıma sakladım,adım atarsan yırtılır derim,kanar dizlerim. Ölürüm.Birdaha ayrılığı kaldıramam ,yüküm ağır !
Susma ! Kelimelerin senin ayak izlerin. Nereye gittiğini bulamazsa ölür benim ellerim !
Seni Seviyorum …"

28 Nisan 2010 Çarşamba

playlist


saatlerdir dinlemekten hiç de haz alamadığım bir playlisti dinliyorum.. yeni şarkı eklemeye üşeniyorum, acı çekmekten hoşlanır gibi bir halim var.
arada "music" klasörünü açıp bir parça ekliyorum. ama karışık çalıyor liste, tekrar windows media playerı açıp o şarkıyı çalmıyorum.. listede öyle bekliyor diğerlerinden biraz daha fazla sevdiğim şarkı.sırasını bekliyor.

evet kirliler sepeti, evet hepsi bir arada evet ikili ilişkiler evet bumerang evet kendini tekrar evet kafam karışık evet dekadans..dans et benimle.
küçükken kötü bir şey yaptığımda abim avucunu açar getir yanağını vur şu elime yoksa ben gelip seni döverim derdi..
ben de gidip yanağımı eline değdirirdim.
ödeşirdik..
hadi sevdiceğim getir koy yanağını avucuma..
özledim..özeldin.. gittin..
gel. gel koy şu yanağını avucuma..

5 Nisan 2010 Pazartesi

kurbağa,prens,öpmek,sevişmek,kaçmak,kovalamak.


kurbağa,prens,öpmek,sevişmek,kaçmak,kovalamak.

denklem boylu boyuna boylamlarından ayrıldı.
ah o conservative zamanlar. ah o öpünce prense dönüşen kurbağalar.
artık öpünce kaçıyor prensler,kurbağalar. kaplumbağayı bile öpsen hızına yetişemiyorsun, kaçan kovalanıyor, yakalayabilene aşkolsun.
öpüldükçe değersizleşiyor presler, prensesler.
değer sistemimizin gözünden öpüyorum, belki prense dönüşür!

24 Mart 2010 Çarşamba

böyledir bu işler.

gene o depresif parça çalmaya başladı zihnimde. tanımı yok. sebebi de yok. ara ara geliyor.
dün bir hasta karşımda ağlayıp beni bana anlattı. nerdeyse. ismimiz farklıydı evet. ve bir kaç ufak detay. ana hatlar aynı. çok içimden geçti çok "olur öyle, geçer, geçiyor, hayat!" demek. tabi yine kendi kendime söyledim. bu mesleğin en kötü yanlarından biri de bu, engellenmişlik.

17 Mart 2010 Çarşamba

sigara

sigarayı söndürmeye karar verip hadi bir nefes daha aliyim diyince gözüme duman kaçıyor hep. ne iş?
tadında bırakmak lazım.
fesat olun.

14 Mart 2010 Pazar

bir mim vardır bende benden iceru

mimlendim, mimleyeceğim.
sordum bu mim ne ola, yaz dediler kendinlen alakalı 7 şey. aha benlen alakalı 7 şey, blog alemine hayırlı uğurlu olsun. blog alemi için küçük, benim için de küçük bir yazı.
- aylakım dediğime bakmayın, vebali boynuma aylaklığın hakkını veremiyorum. sabahları işe gitmeye kalkınca hep bunun suçluluğunu taşıyorum. " aylakım derdin, pek güzel överdin, nerde senin aylaklığın, sabahın saat sekizinde". deyu deyu yollları arşınlıyorum.

- fazla sakız çiğneyince burnumun üstü kaşınıyor,alerjim var. garip.

- bu blog alemini çözemiyorum, hep aynı isimlere farklı bloglarda rastlıyorum. ya ben sürekli aynı bloglarda dolaşıyorum ve biz birbirimiz ağırlıyoruz ya da gerçekten 3-5 blogeriz, ahanda bu kadarız.

- burnumda gamzem var. varmış. ben görmedim. iyiki de görmedim. bi yandan gülüp bi yandan profilden aynadan kendimi keserken hayal ettim. kendimden tiksindim. yok valla bakmadım, eşin, dostun yalancısıyım.

- balık hafızalıyım. insanlara rehabilitasyon uygulayıp, kocaman kocaman laflar edip, hafızalarını nasıl kuvvetlendireceklerini anlatıp, görüşme daha bitmeden isimlerini unutuyorum. shrink!

- yürüken, konuşurken, yemek yerken kafam sallanır. yürürken buna ek kıçım da sallanır. küçükken anneme beni doktora götür başım sallanıyor dedim. güldü, daha çok sinirlendim. sonra ciddileşti. "peki kızım tamam ama hangi doktora gitmeliyiz sence?" dedi. "kulak, burun, boğaz olabilir" dedim. sonuçta o yaşta mantık düz. haklı çocuk başın sallanması için önce boynun oynaması lazım!

- bu aralar bir yerde çocuk görünce aktive oluyorum. bir düğmeye basmışlar gibi. öpüyorum, seviyorum, sohbet ediyorum, mıncırıyorum, kaş-göz yapıyorum,deliriyorum. semptomların iki yorumu var. ya sübyancı oluyorum ya da çocuk yapmak istiyorum. bir freudyen kazaya kurban gitmekten korkuyorum. amen.

mim böyle bir şey miydi bilemem ama ahanda benim mimim budur!

şimdi de adettendir, mimleyelim;
yazan yazar yazmayana sevgilerle :D

-S.O.
-olric(siz)misiniz?
-Ben Bana Karşı
-mavi yazar
-hüseyin usta
-ameliepoulain
-sidikli kontes

regresyon

bir yaşından önce bebekler için görme alanından çıkan cisimler artık yoktur.
" normal koşullarda bır bebek birinci yılın sonuna doğru saklı cisimleri almak için üsteler. artık üzeri örtülü cisimlerin var olduğunu bilmektedir."

hadi 7-12 yaş somut operasyonel mantık yürüttüğümüz bir dönem, kusurlar affolabilir.
ama 12 yaştan sonra artık normal gelişim evrelerini tamamlayan her birey soyut işlemler dönemine girmektedir.

yani saklı cisimler olduğu gibi saklı soyut değerlerin de olabileceği mantığını kurabilir.

peki bu bir yaşında edindiğimiz bilgiyi, saklı cisimleri almak için üsteleme dürtüsünü "toplumsal bilinçaltına" itmeyi nasıl başardık?

bir yaşındaki çocuğun oyuncağını saklayınca geri vermeni istiyor fakat davalar zaman aşımına uğrayınca, "üstü örtülen şeyler artık yoktur" diye bir regresyon yaşamak da neyin nesidir?

aşk

yetişkin hayatında yaşadığımız ilişki sorunlarının büyük bir kısmı regresyon mu acaba? misal bebek ilk bir yaşında "insanlarla yakın ilişkiler kurmaya başladığı zaman bu ilişkilerin özelliği tam anlamıyla bire bir olmasıdır. Bir insana bakarken başkalarını unutur." bu tanımlama tanıdık geliyor mu? yetişkin hayatında biz buna "aşk" diyor olmayalım?

11 Mart 2010 Perşembe

memleketimden insan manzarası!!


bu fotoğrafı internetteki bir paylaşım sitesinde gördüm.. üzüldüm. homofobi ne zamandır bu kadar keskin, düşündüm. Kadın ve aileden sorumlu devlet bakanının abuklamasını hatırladım der demez. Eşcinselliğin hastalık olduğunu ve tedavi edilmesi gerektiğini söylemişti bu yakınlarda. ister kılavuz karga deyin ister imam cemaat..

cinnet

"Olay, bugün saat 17.30 sıralarında Selimbey Mahallesi'ndeki Van Kız Yetiştirme Yurdu'nda meydana geldi. Yurtta kalan bir grup kız, görevini vekaleten yürüten Yurt Müdürü Uğur Çimen'in görevden alınıp eskiden yaptığı psikolojik danışmanlık görevine döndürüldüğünü öğrenince buna tepki gösterip, kaldıkları yurdu ateşe verdi. Kaldıkları odalarda yatakları ve battaniyeleri ateşe vererek pencereden atan kızlar, ayrıca yurdun camlarını kırdı. Küçük bir grup tarafından başlatılan bu isyan, diğerlerinin de katılımıyla büyüdü. Pencerelere çıkan bazı kızlar, ağlayarak sinir krizi geçirdi. Olay yerine itfaiye, ambulanslar ve polis ekipleri sevk edildi. İtfaiye ekipleri, yanan yatak ve battaniyelerdeki alevleri söndürdü. Ağlamaktan sinir krizi geçiren bazı kızlar, ambulanslarla hastaneye kaldırıldı."


gokhan dabak'in bir yazisindan alinti gibi degil mi? Degil! Bugunki Radikal gazetesinin haberinden alinti. yani gercek, yani sahici yani oluyor boyle seyler. ama bu sefer olur oyleyle gecmiyor.
neydi bu kizlarin derdi? yurt mudurunun gorevden alinmasi hangi yarasina dokunmustu bu kizlarin da yurdu aleve verebildiler, iftaiyeyi-polisi-ambulansi oraya topladilar!
peki nedendir yayinlanan haberlerde nedenine, nicinine deginilmez? bir yurt mudurunun gorevden alinmasi neden onlarca kizin cinnet gecirmesine neden olur?

10 Mart 2010 Çarşamba

faceboookta 451 arkadaş, msn'de 190, telefonda kayıtlı gerekli gereksiz kayıtsız kalınan birileri, ilişiksiz hayatlar .. ve konuşmaya ihtiyacım var. ve yok. ve en ergen bunalımlarımdayım bu sıralar.
insan alkolik olmasa da şu an bir biraya ihtiyacım var diyebiliyormuş. ve çıkıp o birayı tek başına içmeye cesaret edemeyebiliyormuş. gözler vardır diyorum. tek oturursam o gözleri üzerimde hissederim diyorum. herkese ilk kendini düşün diyorum. kendimi düşünmüyorum. hiç düşünmüyorum bu sıralar.
düşünmeden yazıyorum abukluklarım subukluyor. ben susuyorum.

9 Mart 2010 Salı

YağmuraŞemsiyeYağmuraŞemsiyeeee


^'Sokak Şemsiye Satıcıları Derneğinin son aldığı karara göre; şemsiyelerini " yağmura şemsiyeee" sloganıyla satmayan satıcılar dernekten ihraç edileceklerdir.'!!

Bilmiyorum karar yurt genelinde de uygulamaya konuldu mu lakin İstanbul'un hangi semtinde olursanız olun, şemsiyeler "yağmura şemsiye" diye satılıyor. Ha bana sorsalardı en azından bir halk oylamasına gitmelerini tavsiye ederdim. ne bileyim bi " kelleyi üşütmeyin, yağmura mahal vermeyin!" yok olmadı " yağmur yağıyor şakır şakır şemsiyeler 5'er kuruş!"..
ha biraz da kıskançlık var tabi mesleki örgütlenmelerine karşı. hiç bir meslek örgütünde yok böyle bir dayanışma biliyorum ama en azından ben kendi bildiğim tarafından baktığımda, değil yurt genelinde değil İstanbul içerisinde, aynı kurumun içerisindeki psikolglar arasında, meslek arbabları arasında bile böyle bir ahenk yakalanamamış durumda. sokak şemsiye satıcılarının bu dil birlikleri karşısında şapka çıkarıyorum :D
Sevgili şemsiye derneğinden bir de küçük ricam olacak gelecek toplantı göndemleri için. biliyorum işleri başlarından aşkın lakin her fırtınadan sonra şemsiye mezarlığına dönen sokaklar için de bir çözüm bulsunlar. toplu cenaze sonrası yakarlar mı, yıkayıp gömerler mi bu hüzünlü görüntüden kurtarsınlar bizi. :))

6 Mart 2010 Cumartesi

sebest çığrışım


İnsanlar da selülit gibiler azıcık canlarını sıkınca hemen çirkinleşiveriyorlar..
Ve kadın kısmısı bilir çatlakları selulitler izler.
İlişkiler çatlıyor, parçalanıyor, ufalıyor.
Hepsi ufak bir hatayla başlıyor.
“Ortak bir açı yakalayamamak”la bitiyor.
Çirkinleşiveriyoruz. Pek de kolay pek de hızlı.
Ufalanıyoruz pek bir kolay, hepsinden hızlı.
pop-art hayatlarımızın hızına yetişme kaygısı
karanlıkta el yordamı
hayatımızın monte edilmiş parçası: serbest çağrışım
çağrışım da sıçış.

26 Şubat 2010 Cuma

di mi cevat abi?


- cevat abi niye öldürdün adami?
- ne yapsaydim benjamin, tanimadigim adama sarılsa mıydım?
- tabi tabi..

fesat olun..

24 Şubat 2010 Çarşamba

tüm kirliler bir sepette..

tüm kirliler bir sepette

kirlileri yıkamadan ceplerine bakmak lazım gelirmiş. hele hele bir peçete, bir kağıt ceplerde kaldımı yıkanırken hepsini mahvedermiş. yapışıp kalırmış o peçete iğcikleri. bir daha hiç öyle eskisi gibi olmazlarmış.
tüm kirlilerim aynı sepette. bu defa fesat olabilirsiniz. evet hep o ikili ilişkiler bazen üçlü. bazen monoton. bazen monolog. bazen yok .

yıkayasım gelir bazen hepsini. genelde kıyamam. vitrine dizip tüm bibloları uzaktan bakarım, tozlarını alırım..arda bir kaçını kırarım.. hep o freudyen kazalar..

ama yıkamadan once ceplerine bakmak lazım gelirmiş. ahh o çok ağlamaklı ilişkiler. her ilişkiden sonra peçeteleri atmak gerekirmiş. ya da yıkamadan once ceplere bakmak.. ahh o alınıp da ceplerde bekleyen kartvizitler. aranmayan numaralar. aranıp da cevap verilmeyen numaralar.. hep hep yıkamadan ceplere bakmak gerekirmiş...

tüm ceplerımi boşalttım.. üç taso, bir kaç ciklet, üç-bes kuruş, bol selpak, bol kartvizit, bol prezervatif, bir miktar da monoton monolog vardı elimde.

değmiş dedirtiyor degil mi?....

isteyenle futbol çıkartması, bir doz sevgi ve bir kaç ilgi karşılığı değiştirebilirim!!!

23 Şubat 2010 Salı

karşılaşma! sakın karşılaşma benimle!

şehre adımımı attım. dediler ki bu sokaklarda herkesi görürsün, bir o hariç.. bazen görmek istersin de göremezsin, bazen göremezsin de görmek istersin dediler. bazen sokaklarda bir onun için yürürsün de göremezsin, bazen artık görmek bile istemiyorum dersin de yine de bir parçan görmek ister de göremezsin dediler.
her adımını attığın sokağa yeni bir senaryo yazarsın, burda karşılaşsak bir de şöyle karşılaşsak dersin. sonra gülümsersin, sonra kendini tutamaz gülersin, bakarsın çevrene "biri gördü mü?" diye. tüm dünya gördü, hissetti, bildi zannedersin. o hissetmez, korkular, acılar, sezen aksular anlamsız..

sonra bir gün
henüz senaryosu yazılmamış bir sokakta
henüz tanımadığın bir adamı öperken
henüz yüzün sokağa dönmemişken
daha hazır değilken

o seni görür.

sonra yeni senaryolar yazarsın dediler...

16 Şubat 2010 Salı

garcia etkisi!

insanoğlu garip bir makine! boğazın şiştiğinde dondurma yemek istiyorsun.. regli olunca taşa oturmak istiyorsun.. depresyona meyilli olduğun zamanlar sezen aksu dinlemek istiyorsun.. sabah erken kalkman gereken akşamlar kahve içmek istiyorsun.. süründüren piçin tekinden vazgeçmek istemiyorsun.. ve bunların tümü için it gibi bi istek duyuyorsun..
psikoloji insan ve davranış bilimi, öyle geçiyor sözlüklerde ama ben bu işten bi bok anlamadım.. hani bize öğretilen "olumsuz tad kaçınması" denilen bir şey vardı. Buna garcia etkisi de denirdi. hatta link de vermeden kısaca şöyle idi bu garcia meredi: "Garcia Etkisi; Bir organizmanın yediği ve yedikten sonra kötü hissettiği değişik tadı olan yiyecekten kaçınması. Olumsuz tat koşullanması (zehirlenme ya da etkilenme yiyeceği yedikten bir kaç saat sonra , hatta yiyecekten kaynaklanmamış olsa bile) yoluyla öğrenme tek bir denemeden sonra olur."
hani öğrenme tek bi defada şıppadanak oluyordu.
ne oldu? ya da ne olmadı?

1 Şubat 2010 Pazartesi

yeni hipotezim; beck depresyon olcegi aylaklar ile depresyondaki bireyleri ayirt edemez! misal; " hic calisamiyorum" "artik hic bir sey yapamayacak kadar yoruluyorum" maddeleri alanen aylaklikla koreledir! :D " bu tür sıkıntılarım beni öylesine endişelendiriyor ki artık başka bir şey düşünemiyorum" maddesi ise aylaklık manifestosuna girebilicek kadar belirleyicidir! :D

22 Ocak 2010 Cuma

Ebruli


geçen Cihangir'de bir ilköğretim okulunun yanından geçiyordum. Muhtemel okulun adı da Cihangir İlköğretim Okulu gibi bir şeydir.
Tenefüs zili çaldi ve tüm bahçeye Ezgünün Günlüğü'nün Ebruli şarkısının yayını yapılmaya başlandı.
Adımlarımı yavaşlattım dinleye dinleye sindire sindire yürüdüm. bi de sigara yaktım. İçimi bir sevinç kapladı derler ya! hani bir de geleceğe dair ümidimi yeniden kazandım derler öyle bir şeyler yaşadım. mutlu oldum lan!
Bizim zamanımızda zorlama klasik müzik yayını yapılırdı. faydası olmamıştır demiyorum ama böylesi daha güzel. Ezginin Günlüğü'nü, Bülent Ortaçgili bilen ufaklıklar geliyor desek daha güzel bir dünya olucak der miyiz? yok sanmam ama düşüncesi bile güzel.

Ufak anlar işte, o anlardan biriydi. bilmem anlatabildim mi :)